Bu bölüm, okuyan ve okuduğunu anlatan, hayatı sanat lezzetinde paylaşan dostlara ait! Özlem Güldağ, kitapları cok seven bir anne. Günlük uğraşlarının yanında kitap okumayı hiç ihmal etmiyor. “Okumaya zaman bulamıyorum” diye bir bahanesi yok! Kurumsal iş hayatının ardından gelen emeklilik dönemini ailesi, dostları ve kitaplarıyla yaşıyor. Bu bölümün ilk özel konuğu olduğu için özel olarak teşekkür ediyor ve sizleri onun satırlarıyla başbaşa bırakıyoruz…
MARTIN EDEN’LE TANIŞMAK…
Amerikalı macera roman yazarı Jack London’ı Beyaz Diş ve Vahşetin Çağrısı kitaplarından hatırlarsınız. Sinemaya aktarılan bu kitaplara 2020 yılında “Martin Eden” isimli romanı da eklendi.
Geçen yıl Facebook’ta kitap dostu daveti alarak yedi gün boyunca yeni bir kitap resmi paylaştığım zamanlarda, felsefe öğretmeni arkadaşım İnci Hanım davetimi kabul etmiş ve gruba ilk olarak bu romanı tavsiye etmişti.
Tam da pandeminin bizi evlere kapattığı sıkıntılı günlerde ruhumu boğulmaktan kurtaracak can simidi ararken kısa bir okunacaklar listesi hazırlayıp yüreğime su serptim. Sosyal medyanın etkisiyle zihnime kazınmış, zevkime uygun romanları seçtim. Kitap satışı yapan sitelerdeki uygun indirimleri de fırsata çevirerek sipariş verdim ve heyecanla kargo paketinin yolunu gözledim.
Martin Eden’e kavuşur kavuşmaz “Macera başlasın!” diye haykırmıştım evin ortasında. Salonun belime destek verecek en rahat koltuğuna gömülebildiğim sürece beş yüz yirmi sayfalık bir kitap okumak zor olmasa gerekti. Burnunuzun dibinde size sürekli ev içindeki temel görevlerinizi hatırlatan alarmlar varken; yemek saatinin yaklaşması, sofraların kurulup toplanması, temizlik veya en azından ortalığın toparlanması gibi ciddiye alınmazsa aile içinde kriz yaratabilecek hizmetleri bir süreliğine erteleyebilirdim ama günde en az yüz elli sayfa okuyan kitap kurtlarıyla yarışmak gibi bir niyetim olamazdı elbet. Hazır pizzalar, mantılar, ille de besleyici birşeyler olsun diye derin dondurucuda sakladığım yiyecekler kurtarıcım oldu. Ailemin de hoşgörüsü ve desteğiyle her gün koltuğumda roman okurken zaman kanatlarını sessizce açarak üzerimden uçtu gitti.
Jack London ismi tanıdık gelse de biraz utanarak Martin Eden’in yazarın okuduğum ilk romanı olduğunu belirtmeliyim. Epey gecikmişim. Gerçek şu ki çocukluğumda Beyaz Diş’i kitaplığında baş köşeye koyarak yazara hakkını veren macera düşkünü, hayalperest arkadaşlarım olmuştu. Çoğunlukla yerli yazarlar severdim ben. Ömer Seyfettin, Gülten Dayıoğlu, Fakir Baykurt, Kemalettin Tuğcu, Aziz Nesin okurdum.
Sıkı okuyucuların biraraya geldiği edebiyat gruplarında bu romanın tercih edilmesinin bir nedeni; yarı otobiyografik özelliğiyle Jack London’ın kişiliği ve yaşamı hakkında ipuçları vermesi olabilir. Olay örgüsüyle başlangıçta bir aşk romanı gibi gözükse de eğitimsiz Martin Eden’in fakir bir denizciyken ünlü bir yazara dönüşmesi yolculuğunda çektiği sıkıntılar, sizi bir girdap gibi içine çekecektir.
Burjuva sınıfına ait değerlerle yetişmiş sevgilisi Ruth’a olan hayranlığı, Martin için bir başlangıç noktasıdır. Onun gönlünü kazanmak uğruna kendi kişisel gelişimini tamamlarken doğa ve işçilikten edindiği tecrübelerini sağaltarak yazdığı kısa öyküleri sürekli yayınevlerine göndererek hem para kazanmak hem de kendini sevgilisine daha doğrusu üst sınıftan insanlara ispatlamak ister. Yazı yazarak başarılı olma yolunu seçen Martin, çalışmadığı için yoksulluk çeker. Okuma hırsı yüzünden onu işsiz, parasız, boş bir serseri olarak yaftalayan, başta yakın akrabalarına ve yıkıcı topluma rağmen Ruth’la birlikte refah içinde yaşayacağı güzel günlerin umudunu sürecektir. Birey olarak varoluşunu, sınıfsal koşullarını aşma çabasıdır onunki. Sonunda toplumun değer yargılarına tosladığında ise insanlığın tüm çirkinliğinin farkına varacak ve içten içe tükenecektir. Roman boyunca Martin Eden bireyciliğin sınırlarını zorlarken, psikolojisindeki sarsıntılara okuyucular da eşlik eder. Ünlü bir yazar olmayı başardığında ise düştüğü çukur; aşk duygusundan uzak, sığ, anlamsız bir boşluk duygusudur.
Uzun bir roman olmasına rağmen yazarın betimleme dili ve akıcı anlatımından etkilenecek; yaşınız kaç olursa olsun, Martin’in hayran kalınacak mücadelesinde mutlaka kendinizden bir parça bulacaksınız.
Yazıldığı döneme ışık tutulduğunda ise 1900’lü yılların başında Amerikan toplumunun kültürel yapısı içindeki sancıları kavrayacak, günümüzde ülkemiz dahil değişen bir şey olmadığını, yaşadığımız dönemde de bireyciliğin yüceltilmeye devam ettiğini, bu gerçeğin dünyadaki tarihsel geçmişin sonuçları olduğunu algılayacaksınız.
Kitabı merak eden herkese yeni kitaplar ve iyi okumalar dilerim.
ÖZLEM GÜLDAĞ
İnstagram hesabı: kitap.cianne
0 Yorum