Her insanın kendine dayandığı ve bazı zorluklarla başa çıkamadığı anları vardır. Gülden Kılıç, “Kendine Dayanıyor İnsan” adlı kitabıyla insanın varoluş mücadelesini, çaresizliğini, yalnızlığını, kendine dayandığı anları dile getirmiş. Diğer taraftan da umudu, sevgiyi yeşertmiş… 21 öykünün buluştuğu kitap, Postiga Yayınları tarafından basıldı.
Duru ÖZKAN
Kitabınızı okuduğumda çok içten hikâyelerle karşılaştım. Bir annenin çığlığı, bir çocuğun hayıflanmaları, yalnızlık, ölüm, hayat…
Bugün modern yaşamın ve şehir hayatının içinde gerçeklik duygumuzu, samimiyetimizi, dostluğumuzu, dertleşmeyi maalesef kaybettik. Çok konuşuyoruz ama hiçbir şey anlatmıyoruz. Bir kalabalık ve kaos içinde yaşıyoruz. Bu yüzden çoğu zaman kendimizi, yakınlarımızı, arkadaşlarımızı, toplumumuzu anlamıyoruz. Bunu aslında bilerek yaptığımızı söyleyemem. İnsanı insana anlatmak için insanın derdiyle dertlenen hikayeler yazmayı tercih ettim. En derinlerde yatan gerçek duyguları anlatmaya çalıştım.
Çeşitli sosyolojiye ve karaktere sahip insanları kitapta bir araya getirmişsiniz. Bunun özel bir nedeni var mı?
Türkiye çok geniş bir sosyolojiye, kimlik çeşitliliğine, çeşitli sınıfsal yapıya sahip. Sınıfsal yapılar içerisinde uçurumlar var, Covid 19 ile bu daha da büyüdü. Türkiye’de bir kişi bazı ihtiyaçlara çok rahat ulaşırken bir kişi bunun için kendini, ömrünü tüketebiliyor. Bu hep böyleydi. Doğal olarak toplumda insan tipi de çok, dert de tasa da çok, sevinç de mutluluk da çok. Hem şehir hem de kırsal hayatı tanıyor olmam, gazetecilik mesleğim dolayısıyla çok farklı insanlarla karşılaşmam hikayelerimde karakter ve sosyal doku zenginliği sağlamış olabilir. Bu güzel bir şey, insanı insana tanışık kılıyoruz, aslında.
Topluma da bazı mesajlar veriyorsunuz. Neden?
Aslında bireysel sorun diye bir şey yoktur. Bugün bireysel sandığımız sorunların büyük çoğunluğunun temelinde toplumsal kodlar vardır. Bugün hangi kadın cinayetine, hayvana şiddete, ağacı kesmeye bireysel sorun diyebiliriz? Yaşamımda toplumun her kesiminden her türlü insan ve olayla karşılaştım. Bu, bende hem aşırı bir gerçeklik duygusu yarattı hem de meselelerimizi bireysel sorunlarımız olarak algılamaktan vazgeçtim. Bu yüzden yazarların toplumsal konulara öncelik vermesini önemsiyorum.
Öykülerinizle kadına özel bir yer ayırmışsınız…
Kadın, bir toplumun mayasıdır ve yaşadıkları da o toplumun aynasıdır. Dertli kadın dertli toplum; mutlu kadın mutlu toplum. Kadın mihenk taşıdır. Buna rağmen halen kadını önce bir insan ve varlık olarak görmekten çok uzağız. Obje olarak görüp toplumsal roller içine hapsediyoruz. Toplumumuz, öncelikle kadın üzerinden biz yüzleşme yapmayı başarırsa diğer sorunlarımız kendiliğinden yok olacak.
Yeni bir yazar olarak yazmak isteyenlere ne önerirsiniz?
Evet yeni bir yazarım. Hayata ve kendilerine yönelik hassasiyet geliştirmelerini, çokça okumalarını, ihtiyaç duydukları kadar yazmalarını, empati geliştirmelerini öneririm.
Sizi biraz tanıyabilir miyiz?
Çanakkale’de dünyaya geldim. İstanbul İletişim Fakültesi’nde eğitim gördüm. Gazetecilik ve kurumsal iletişim uzmanlığı yaptım. Mesleğim dolayısıyla çok fazla olayla, insanla karşılaştım.
Yazmak size ne hissettiriyor?
Yazmak bilinçaltı ile bilinçüstünün arasında gerçekleşen bir faaliyettir. Bu yüzden sanıldığının aksine yorucudur. Kendinize bir yolculuktur, bu yolculuklarda türlü pişmanlıklarla karşılaşırsınız. Açıkçası her yazma eyleminden sonra ağır bir grip geçirmiş gibi hissederim. Ama yazmadan da olmuyor. Yazmak, başkalarının dertlerini kendine mal etmektir, dertle dertlenmektir. Her şeyi bu denli içselleştirmek bir insana ağır ve yorucu gelebilir. Bunun da ilacı yazmaktır, aktarmaktır.
0 Yorum