Berlin’in En Tatlı Mahallesi

Bir zamanlar içinden duvar geçen şehir… Dünyanın tam anlamıyla tepetaklak olduğu uzun ve büyük bir savaşın ardından yıllarca "iki parça" halinde kalan, sonra coşku içinde diğer yarısıyla yeniden kucaklaşan şehir. Berlin'i bilirsiniz değil mi? Hatta belki avucunuzun içi gibi ezbere bilirsiniz. Büyük olasılıkla benim herkesten sonra keşfettiğim ama, kulağıma bir daha asla unutamayacağım kadar etkileyici sırlarını fısıldayan bir şehir burası.

Nazan DENİZ

Gezginlerin ve turistlerin vazgeçilmez rotalarından biri olan Berlin'e iki kez gittim sadece. O yüzden oturup uzun uzun "Şuraları gezin, burayı görün…" diye önerilerde bulunmayacağım. 

Kısaca şunu söyleyebilirim ki Berlin, kim ne arıyorsa onu sunabilecek bir kent. Tarih, kültür, doğal güzellikler, gece hayatı ve daha ne istiyorsanız o!

Ama benim paylaşmak istediğim başka bir ayrıntı var. Çok uzun süre nedense yolumu düşürmediğim sonra da kısa aralıklarla iki kez ziyaret ettiğim kentin iki farklı noktası kelimenin tam anlamıyla aklımı başımdan aldı.

NİCE ÖYKÜLER GİZLİ

Bunlardan biri bütün turistik rehberlerde de bulabileceğiniz East Side Gallery. İtiraf etmeliyim ki bir zamanlar Berlin Duvarı'nın uzandığı ve kenti ikiye böldüğü o bölgenin gerçekten de farklı bir büyüsü var. 

Çok uzun süre, artık üzerinde rengarenk sanatsal çalışmaların yer aldığı duvarı izleyip yıllar öncesini düşünürken bulabilirsiniz kendinizi.

Herhangi bir noktasından o duvarı aşmaya çalışanların, bu uğurda hayatlarını kaybedenlerin öykülerini bilirsiniz. Ya da amacına erişip özgürlüğüne kavuşanları da okumuşsunuzdur.

O duvarın kalıntıları boyunca yürürken aklınızdan işte hep bunlar geçiyor… Kendinizi gerçekten de tarihin o kesitinde hissediyorsunuz. Belki de benim gibi oradan ayrılmak istemiyorsunuz.

BERLİN'DE BİR HAZİNE BULDUM!

Ama bu da değil benim söylemek istediğim. Asıl anlatmak istediğim ve bana Berlin'de bir hazine bulmuşum gibi hissettiren başka bir yer. 

Kaldığım oteldeki yaşlı çiftin önerisiyle gittiğim küçücük bir mahalle: Nikolaviertel… 

Bu arada… Ben "mahalle" diye tanımlıyorum. Çünkü bana o bildiğimiz mahalle sıcaklığını hissettirdi.

Bir gün yolunuz düşerse ne hissedersiniz ya da benden önce burayı ziyaret eden milyonlarca kişi ne hissetti bilmiyorum… 

Ama sabahın kör saatinde, buz gibi bir havada üstelik ortalarda sadece birkaç kişi varken ziyaret ettiğim Nikolaiviertel, tarihin içinde yüzyıllarca geriye gitmişim hissi yarattı bende.

GEÇMİŞTE TAKILIP KALMIŞ GİBİ

Arnavut kaldırımı sokakları, sanki başka bir zamana aitmiş gibi görünen binalarıyla burası Avrupa'nın birçok kentinde göreceğiniz Old Town örneklerinden biri. 

Şöyle bir bakalım şimdi…

Nikolaiviertel, Berlin'in en eski yerleşim noktalarından biri. Geçmişi 1200'lü yıllara kadar uzanıyor. 

İkinci Dünya Savaşı sırasında zarar gördüğü için de sonradan yeniden yapılmış. Ama sanmayın ki eskinin yerini yeni almış. Tam tersine eski ruhu korunarak yeniden inşa edilmiş. 

Bu yüzden de Nikolaiviertel'e adım attığınızda kendinizi ağırlıklı olarak “modern” diye tanımlanabilecek Berlin'den uzaklaşmış gibi hissediyorsunuz.

Berlin'in kalbi diyebileceğimiz Mitte bölgesinde yer alan Nikolaiviertel, ünlü Alexanderplatz'a da çok yakın, yürüme mesafesinde. Zaten sokak tabelalarını takip ederek ulaşabiliyorsunuz buraya.

SAVAŞ SIRASINDA ÇATISIZ KALDI

Benim "mahalle" diye tanımladığım bu atmosferde St. Nicholas Kilisesi görülebilecek yerlerden biri. Gotik mimarinin bir örneği olan bu kilisenin inşa tarihi 1230.

İkinci Dünya Savaşı sırasında tamamen yıkılan Nikolaiviertel'de ayakta kalan tek yapı bu kiliseydi. 

Ama o da çatısını kaybetmişti. İnşa edilişinin 750'nci yılında aslına uygun olarak restore edildi. Şimdi bütün görkemiyle kendisine hayran olacak ziyaretçilerini karşılıyor.

Zaten Nikolaiviertel'e adım attığınızda bütün görkemiyle bakışlarınızı kendi üzerine çekecek bu kilise. 

Etrafa daha dikkatli baktığınızda güzel restoranlar, sanat galerileri ve sanat atölyeleri de göreceksiniz.

Nikolaiviertel'den nehir tarafından çıkarsanız da hemen karşınızda Spree Nehri'ni ve Berliner Dom'u göreceksiniz. Gerçek dünyaya hoş geldiniz!

BİR DE BERLİN'İN YER ALTI VAR Kİ… NEFESİNİZİ KESER!

Açıkçası gitmeden  önce beni çok da heyecanlandırmayan Berlin'i tanıdığıma da, eski Berlin Duvarı'nın havasını soluduğuma da çok memnunum. Ama asıl sevincim Nikolaiviertel'i görmek!

Bu arada Berlin demişken bu kentle ilgili aklımı başımdan alan başka bir noktaya daha değinmek isterim. 

Eğer tarihe, özellikle de İkinci Dünya Savaşı ve sonrasındaki Soğuk Savaş dönemine ilgi duyuyorsanız şu iki kelimeyi bir yere not edin: Berliner Unterwelten… 

Bu ne demek? Bu, Berlin'in, kentin üstünde olduğu gibi -hatta meraklıları için daha fazlası- kentin altında demek. Berliner Unterwelten tam da bu amaca  hizmet eden bir müze oluşumu. Rehberli turları eşliğinde size bu konudaki önemli noktaları gezdirerek Berlin Duvarı'nın altını, Doğu'dan Batı'ya kaçış tünellerinin öyküsünü, o dönemde öne çıkan isimleri ve onların öykülerini anlatıyor. Yukardaki fotoğrafı tünel turunun son durağı olan binanın girişinden çektim.  

Ya da dilerseniz Soğuk Savaş sırasında yer altına inşa edilen sığınakları ve hastaneleri gezdiriyor size. Bu da kesmezse İkinci Dünya Savaşı sığınaklarında gezebiliyorsunuz.  Turlarda fotoğraf çekmek yasak olduğu için içerdeki görüntüleri paylaşamıyoruz. 

Şunu söylemem gerekiyor ki üç tura da katıldım ve konuya hakim rehberlerine de, iki saati aşkın bir sürede gördüğüm yerlere de şapka çıkartıyorum. 

İkinci Dünya Savaşı ilgi alanınıza giriyorsa ve yolunuz Berlin'e düşerse, zamanınız da varsa neden olmasın! 

Eğer ilginizi çekiyorsa Berliner Unterwelten'in internet sitesine girip önceden dilediğiniz turu satın alıyorsunuz. Sonra da Berlin'in yer altı sırları sizi bekliyor!

BERLİN'İN KOMŞUSU STETTİN

Bir de… Sığınak demişken Berlin'e ilk kez gitmeden önce araştırma yaparken ulaşılması çok da zor olmayan bir Polonya kenti olan Szczecinya da Almanca adıyla Stettin'in adına da rastladım.

Orada da Berliner Unterwelten'in temasına benzer ilgi çekici bir müze var. 

Merkez tren istasyonunun tam altında bu müze. Burayı önceden bilgi sahibi olmak koşuluyla rehbersiz gezebiliyorsunuz.

İkinci Dünya Savaşı sığınaklarını, Soğuk Savaş sırasında nükleer bir saldırıya karşı oluşturulmuş hastane ve sığınakları, etkileyici ses ve ışık düzenlemeleri eşliğinde geziyorsunuz. 

Eğer yolunuz düşer de burayı gezmeyi düşünürseniz, bazı bölümlerde yaratılan atmosferin klostrofobik kişiler için biraz ürkütücü olduğunu not edeyim.

Berlin'den Stettin'e yolculuk için üç seçenek var. Birincisi ve en kolayı araba kiralamak. Eğer macera seviyorsanız trenle çok uzun, yorucu ve aktarmalı bir yolculuk sizi bekliyor.

Ama bence en iyisi bir buçuk saatlik bir otobüs yolculuğuyla rahat koltukta oturup etrafı izleyerek gidip gelmek. Otobüsler Alexanderplatz'tan kalkıyor ve dönüşte de oraya bırakıyor sizi.