Yazar ve İletişim Uzmanı Gülden Kılıç, “20 kere izledim!” dediği muhteşem bir film önerisiyle bizimle… Yazısını okuduktan sonra filmi hemen siz de izlemek isteyeceksiniz! www.sugibidergi.com, su gibi filmler önermeye devam ediyor…
Hepimizin içinde yaşamın nereye aktığı ile ilgili bir belirsizlik var, yani hepimiz biraz kötümseriz. Özellikle son 5 yılda yaşadıklarımız veya şahit olduklarımız hepimizi karamsarlığa itti, umudu elimizden alıp götürdü. Pandemi, savaşlar, depremler, göçmen sorunları, sosyal karmaşalar, ekonomik krizler… O kadar trajik şeyler yaşanıyor ki kendinizi soyutlamanız imkansız, hiçbir şeyden kaçamıyorsunuz. Bu yüzden kendi iç sesimizi unutuyor, dünyanın kaba ve trajik gerçekleriyle harmanlanıyoruz. Bu da bizi soyut düşünceden, duygularımızdan ve yaşamın sıcaklığından uzaklaştırıyor. İşte edebiyat, sinema, resim, müzik bu yüzden var. Hayatın trajik gerçeklerini yumuşatmak ve yaşadığımız toplumu ve kendimizi anlamak, en önemlisi kendi iç sesimizi duymak için varlar. İyi ki varlar…
ENTELEKTÜEL UKALALIKTAN İNSANİ DUYARLILIĞA
Ben, hayatın katlanılmaz ve dış seslerin yükseldiği dönemlerinde kendimi sanata, yazmaya, izlemeye veririm. Bazen dış dünyaya açılırız, bazen iç dünyamıza sineriz. Paolo Sorrentino'nun yönetmenliğini ve yazarlığını yaptığı Muhteşem Güzellik, benim hayatımda dönem dönem izlediğim bir filmdir. Roma sokaklarında, entelektüel meclislerinde ve çılgın partilerde geçen bir ömrün derinden sorgulanmasıdır. Gençlik yıllarında yazdığı bir eserle İtalyan edebiyatına damga vuran bir gazetecinin neden ikinci romanını yazmadığını sorgular film. Ancak bu esnada yaşamı her yanıyla ele almaktan çekinmez, son derece cesur bir filmdir. Her sahnesinde ayrı bir çarpıcılığın gizli olduğu filmde insana dair her şey var. Ayrılık, sevgi, vefa, ölüm, din, yaşamın amacı, dostluk, din, entelektüel kesimin hayal kırıklıkları… Bu yüzden film tek bir karaktere odaklanmaz.
Filmin ana karakteri Jep Gambardella, “Çevremdeki her şey ölüyor. Benden genç insanlar, şeyler… Hepsi gözümün önünde ölüyor…” der. 65’inci yaşına giren bir sanatçının yok oluş sancısının var oluşa doğru evrilmesidir bu film. Kendini ve insanları sorguya çeker ancak bunu yaparken kendini ve etrafındaki insanları da sevmeyi ve onlara anlayış göstermeyi unutmaz. Filmin sonunda ikinci kitabını yazmaya başlar.
Filmdeki sirk sahibi karakter “Her şey bir kandırmaca” der. Filmin karakteri, hayatı anlamsız bulur ancak yine de hayata bağlanma çabasını sürdürür. Bağlanma çabasını bazen unutamadığı gençlik aşkında, bazen yeni tanıştığı bir kadında, bazen kuş sesinde, bazen dostlarda, bazen partilerde arar ve “Hayat tek bir bireyin anlayamayacağı kadar karmaşık” der Jep.
Hayatında bir anlam arayışı olan pek çok insan gibi Jep de, Kardinal’a sorular yöneltiyor. Ruhundaki çıkmazları Kardinal’a açmak isteyen Jep, duyarsızlık ve umursamazlık ile karşılaşır. Burada Katolik dünyasına da bir gönderme vardır, insan ruhuna erişemediği mesajını verir. Din adamlarının yalan dünyasına karşılık Rahibe Maria’nın Roma’ya gelmesiyle Jep’in yaşama olan inancı değişir. Çünkü Rahibe Maria Jep’e köklerini hatırlatır ve onu geçmişiyle yüzleştirir. Jep’in dünyasında iyice flulaşan içtenlik ve sahtelik, gerçek ve kurmaca Rahibe Maria ile ayrışmaya başlar.
Beni bu filmin her sahnesi etkiler. Her sahnesinde şaşırırsınız. Sizi bazen dış dünyaya alıp götürür bazen iç dünyanıza sizi fütursuzca sokar. İzleyiciye seçenek hakkı tanımaz, sahneler öyle güçlü.
Ayrıca filmin her karesinde damıtılmış bir estetik sergilenir. Sizi adeta Roma’ya, Roma’nın sokaklarına, entelektüel dünyasına sokar. Atmosfer ve mekan filmde anlatılmak isteneni tamamlayacak türdendir. Roma, karakterin kendini bulma sürecine eşlik eder.
Açık söylemem gerekirse bu filmi en az 20 kez izlemişimdir, hayatı sorguladığımda, içime dönmek istediğimde kapısını çaldığım filmlerden biridir.
0 Yorum