Aşk filmi izlemeyi sever misiniz? Sizi bilmem ama bence bu tür filmler herkese göre değil. Hele bir de seyirci, senarist ve yönetmen tarafından "Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine!" tarzı bir sona layık görülmemişse…
Nazan DENİZ
Tam da bu yüzden pek sıcak bakmam aşk filmlerine. Çünkü genellikle sevenler birbirlerine kolayca kavuşamazlar, haydi kavuştular diyelim o zaman da bir türlü gün yüzü göremezler… Ve ben böyle ayrılık sosuna bulanmış filmleri, dizileri izlerken sıkıntıdan patlarım.
Bir de dikkat ettiniz mi aşk filmlerinde erkekler yakışıklı, kızlar da bakmaya kıyamayacağınız kadar güzeldir hep; "bir içim su" denilen türden.
Bunun nedeni belli tabii… Perdede ya da ekranda aşka düşenler göz zevkini de okşasın ki daha çok seyirci izlesin. Hele bir de bol gözyaşı varsa, tamam işte! Alın size uzun uzun konuşulacak, milyonlarca kişi tarafından izlenecek aşk filmi…
Şimdi durup dururken bunu niye anlatıyorum? Şöyle ki sadece kafa dağıtmak istediğim için bir aşk dizisi izledim, kafam gerçekten dağıldı… Ama rahatlama anlamında değil.
POLİSİYE DİZİ ARARKEN AŞKA DÜŞMEK
Altı günlük yoğun bir çalışmanın ardından cumartesi günü bilgisayarı kapattım ve hemen yorgunluğumu atmak için çok sevdiğim dijital platforma yöneldim. Genellikle yaptığım şey, bir mini polisiye dizi bulup gecenin geç saatlerine kadar bütün bölümlerini izleyip bitirmek. Böylece bütün hafta sadece belli konulara takılıp kalan kafamı biraz da olsa başka dünyalara götürüp sakinleştirmek..
İşte o cumartesi gecesi de yapmak istediğim oydu. Kendime göre film ya da dizi ararken hakkında birkaç yazı okuyup aslında hiç de bana hitap etmediğini düşündüğüm bir diziye şöyle bir bakayım dedim. Şöyle bir bakıp geçemedim…
Çünkü bir üniversite mezuniyet partisinde tanışan o iki genç, onların o ilk karşılaşmaları, birinin diğerini aslında uzun süredir gizli gizli takibe aldığını itiraf etmesi, özellikle de birbirlerine bakışları öyle kolayca başka bir diziye ya da filme geçmemi engelledi. Oturup bütün gece o diziyi izledim.
ROMANIN FİLMİ DE YAPILMIŞTI
Belki siz de duymuşsunuzdur bu dizinin adını… Hatta izlemiş bile olabilirsiniz… Bir dijital platformda, haydi söyleyeyim, Netflix'te yayınlanan One Day (Bir Gün) adlı dizi bu.
İngiliz yazar David Nicholls'un romanı 2011 yılında aynı adlı sinema filmine de esin kaynağı olmuştu.
Lone Scherfig'in yönettiği filmin başrollerinde Anne Hathaway ile Jim Sturgess vardı. Kısaca özetlemek gerekirse üniversite mezuniyet partisinde tanışan iki gencin 20 yıla yayılan aşkları üzerine kurulu öykü.
Bu dokunaklı aşkın kahramanları Dexter ile Emma. O parti sonrası tek gecelik bir ilişki için Emma'nın öğrenci evine gidiyorlar… Ama aralarında beklenen olmuyor. Ve işte o olmayan şey, onların arasında yıllar boyu sürecek bir aşkın usul usul filizlenmesini sağlıyor.
Uzun bir süre birbirlerinin en iyi arkadaşı olduklarını "sanıyorlar". Ama aslında Dexter kadından kadına koşsa da, Emma da biri uzun ve ciddi olmak üzere başarısız ilişkiler yaşasa da, hep birbirlerine çekiliyorlar. Bakışları hep birbirlerini arıyor.
Uzun sözün kısası arkadaşlıktan öte bir durum bu. Sonunda birbirlerine aşık olduklarını fiziksel eylemle ifade ediyorlar. Ve nihayetinde de mutlu son gibi bir şey oluyor.
Ama aslında öyle olmuyor. Seyretmeyenler ya da romanı okumamış olanlar için işin tadını kaçırıp ne olduğunu yazmayayım.
Ama benim için de konu o değil zaten. Ne romanı okudum ne de daha önce çekilen filmi izledim. Az önce de dediğim gibi aşk filmleri benim doğama aykırı. Dayanamam.
Diziyi izlerken belli bir noktasında sonunu da tahmin ettim zaten. Bunu ne kadar da akıllı ve zeki bir izleyici olduğumu belirtmek için yazmıyorum. Böyle filmlerin şifresini çözen herkes daha başında ya da belli bir noktasında sonu tahmin edebilir.
Dizi aslında en ünlüsü daha 1970'te çekilen Love Story (Aşk Hikayesi) adlı efsane filmin bir versiyonu gibi geldi bana.
BU KEZ ROLLER DEĞİŞMİŞ… KADIN GÜZEL AMA ADAM ONDAN DAHA GÜZEL
Dizide ana karakterler Dexter Mayhew ve Emma Morley'i canlandıran genç oyunculara gelirsek…
Şunu söylemeliyim ki beni diziye çeken de, baştan sona izlememi sağlayan da, Dexter karakterini canlandıran genç oyuncu Leo Woodall oldu. Kendisini hiç tanımıyordum; White Lotus adlı bir dizide oynuyormuş meğer. Ailesinde de bir sürü oyuncu varmış.
Varlık içinde büyüyen, gençliğinden başlayıp orta yaşa kadar kadından kadına koşan hiç sorumluluk almamış Dexter'ı öylesine güzel yorumlamış ki.
Göz alıcı yakışıklılığı da cabası! Sürmeli mavi gözleriyle güldüğü zaman insanda yanağından bir makas alma isteği yarattı dizi boyunca. Ağladığında da sarılıp onu susturmak istedim.
Uzun lafın kısası, yakışıklılığı ya da daha doğrusunu söylemek gerekirse çarpıcı güzelliğiyle kadın başrol oyuncusunu bile gölgede bırakan 27 yaşındaki Leo Woodall, bana sorarsanız filmin lokomotifiydi. Belki de onun yerine o rolde daha sıradan görünüşlü bir oyuncu olsaydı diziyi bitirmezdim.
Kadın oyuncuya gelince, Emma Morley'i oynayan Ambika Mod. 29 yaşındaki Mod, Hindistan kökenli bir ailenin İngiltere'de doğan kızı. BBC'de yayınlanan “This Is Going To Hurt” ile tanınıyor. Ama şu ana kadarki en parlak projesi tıpkı rol arkadaşı Leo Woodall gibi One Day oldu… Son dönemde magazin basınını karıştırdığınızda ikisinin adının geçmediği yayın organı olmadığını göreceksiniz.
GENÇ YILDIZLAR SEYİRCİYE KARAKTERİN DUYGULARINI GEÇİRİYOR
Sonuç olarak One Day, aşk filmi izlemeyi sevmeyen hatta bu filmlerde yapılan duygu sömürüsüne çok kızan, yeri geldiğinde böyle yapımları küçümseyen birini, yani beni bile kendine çekti.
Tam da Sevgililer Günü için küçük bir öneri olarak kabul edin…. Kolay izleniyor, tabii ki bu tür yapımların belli başlı klişelerini de barındırıyor. Ama yine de olayların örgüsü, akışı, en çok da iki genç oyuncunun performansıyla bir şans verilmeyi hak ediyor.
Tabii ki bir başyapıt ya da "izlemeden ölmeyin tarzı" bir çalışma değil bu. Yine de özenli bir TV dizisinin nasıl olacağını, o dizilerde oyunculuğun nasıl yapıldığını gözler önüne sermesi açısından önemli buluyorum. Şu anda bizim yerli dizilerde hiçbir duygu geçiremeden boş boş ve uzun uzun kameraya bakan yakışıklı ya da güzel oyuncular aklıma düştü şu an.
BİR KLASİK: AŞK HİKAYESİ
Önce az önce söylediğim bu tür filmlerin "anası ya da babası" olan Love Story (Aşk Hikayesi) ile başlayayım… Genç nesiller için tarihi bir film bile olabilir bu.
Ali MacGraw ile kısa süre önce hayata veda eden Ryan O'Neal'ın önemli rollerini paylaştığı filmin yönetmeni Arthur Hiller usta.
Öykü klasik zengin çocuk fakir kız klişesi üzerine kurulu olsa da eğer "gerçekten aşk filmi izledim" demek istiyorsanız bence bir fırsatını bulup izleyin. Bir de bu filmle özdeşleşen Francis Lai imzalı o çok meşhur müziği var ki söyleyecek söz bulamıyorum.
ÇOK ZARİF BİR FİLM: AŞK ZAMANI
İster misiniz şöyle her sahnesi dantel gibi ince ince işlenmiş bir aşk filmi izlemeyi? Üstelik de muhteşem müzikler ve görüntüler eşliğinde. O zaman Wong Kar Qai'nin Aşk Zamanı (In The Mood For Love) filmi tam size göre.
İzlemişseniz zaten unutmuş olamazsınız. Ama ilk kez izleyecekeseniz bahse girerim hayatınızın sonuna kadar unutamayacaksınız. Konusunu detaya girmeden bir aşk dörtgeni diye özetleyeyim. Bir de şunu söylemek isterim… Bence yasak aşk, ancak bu kadar zarif bir biçimde anlatılır!
AĞLAMAK İSTEYENE TİTANİK
Madem unutulmaz aşk filmleri dedik milyonları ağlatan, ama nedense benim sinirimi bozan Titanik (Titanic) filmini atlamak olmaz. James Cameron'un yönettiği filmin başrollerinde Kate Winslet ile Leonardo DiCaprio var. Hollywood klişilerine aşığım diyorsanız tam size göre.
BİR YANDA YASAK AŞK BİR YANDA YEMEK AŞKI
Biraz farklı bir aşk filmi önereyim arada… Como Agua Para Chocolate ya da ülkemizde gösterilen adıyla Acı Çikolata…
Alfonso Arau'nun 1993 tarihli bu filmi insanı derinden etkileyen türden. Meksikalı yazar Laura Esquivel'in romanından uyarlanan film, aynı zamanda yemek aşkını da perdeye getiriyor.
Daha doğmadan soğan kokusundan bile etkilenip ağlayan Tita'nın ablasının evlendiği Pedro'ya olan aşkı filmin gösterildiği dönemde çok konuşulmuştu.
Filmi izlemek istemiyorsanız kitabı da var… Açıkçası ben ikisini de çok sevmiştim.
AŞK TAM DA BÖYLE ANLATILIR
Kendime göre aşk filmi önerilerimi, 6 kere izlediğim, her izlediğimde de kendimi tutamayıp ağladığım, ama bunu neden yaptığımı bir türlü tam olarak anlayamadığım Aşk Üzerine Bir Film ile bitirmek isterim. Elbette çok aşk filmi var ve herkesin aşk filmi de kendine ama benim en çok etkilendiğim yapımlardan biri bu.
Aşk Üzerine Küçük Bir Film, bence bu dünyadan çok erken giden Polonyalı büyük usta Krzysztof Kieslowski'nin imzasını taşıyor.
Filmin kahramanları genç bir adam ile ondan yaşça büyük bir kadın. Genç adam gizlice gözetlediği bu kadına uzaktan uzağa aşık oluyor. Sonra karşı karşıya geliyorlar… Konusunu burada keseyim en iyisi. Ama şunu söylemek isterim ki bu filmi izlerken gerçekten ciddi ciddi aşkı sorguluyorsunuz… “Neden o? Ona aşık olma sebebim ne? Onda ne buldum?” Ve daha bir sürü soru…
Bence konuyu burada bitireyim… Herkese her anlamda mutlu aşklarla dolu bir ömür dilerim.
0 Yorum