Türkü söylerken bizi bize söyleyen, ülkesinin dertleriyle dertlenen, Anadolu'nun kültür – sanat elçisi Sümer Ezgü ile Antalya’ya, daha doğrusu Antalya’dan yayılan ışıkla tüm dünyaya kazandırdığı sanat akademisinde buluştuk. Köklerimize dayandık, çıkabildiğimiz kadar yukarı çıktık. Sözün saza ulaştığı çok keyifli bir söyleşi oldu.
BENSU KAYA
Bazen güzel bir çiçek toprağından ayırdık diye bize gücenir, solar. Pek çok endemik bitki sadece kendi karmasında yaşayabilir; iklimi, toprağı, yağmuru bile sadece o bitkiye özgüdür. O bitki oralıdır, başka yerde yaşayamaz. Köklerin gizemine sınır çizilemez. Bir ağacın ilk meyvesi, o ağacın ilk yaprağının çocuğudur. Tıpkı dünyanın en güzel coğrafyasına sahip Anadolu topraklarının çocukları olan bizler gibi… Kendi kültürünü reddeden, toprağından kaçan, ailesinden uzaklaşan; ne kadar gelişirse gelişsin, en az bir yanıyla eksik kalır. Seni tanımlayan, tamamlayan, şifa veren şeyi bazen bir seste, bazen bir bakışta, bazen bir kase tarhana çorbasında bulursun.
Sadece sanatına değil, ülkemize ve insanımıza saygısına hayran olduğumuz Sümer Ezgü ile konuşmaya Uşak konseri dönüşü başlayınca ister istemez tarhana çorbasından söz açtık. “Tarhanamız” dedik, “kültürümüz” dedik, “köklerimiz” dedik, sözü ona bıraktık: “Ben o tarhana çorbasını içmekten hiç vazgeçmedim. Çocukluğumda annemin yaptığı tarhana çorbasının lezzeti -lahanalı yapardı annem- hiç bulamadım. Tarhana bir sembol tabii. Çocukluğum Burdur’da geçti. Çamurlarda yuvarlandığımız günler, pikniklerimiz, düğünler, doğayla iç içe yaşamamız, kar yağınca kardan adam yapmamız, kadınlar, erkekler, anneler, babalar, çocuklar, tavuklar, horozlar… İlkokulu Burdur’un Bucak ilçesinde okudum. Babam Köy Enstitüsü öğretmenlerindendi… Yurt sevgisi son derece yüksek ve çok çalışkan bir öğretmendi. O dönemin öğretmenleri hep öyleydi. Gümülcine’ye gönderdiler sonra babamı. Batı Trakya’daki Türklerin öğretmeni oldu. Ben oralarda mandolin dersleri aldım, daha önce de melodika almıştı babam bana. Mandolinle hep türküler çalıyordum, içimden türkü çalmak geliyordu. Yani tarhana çorbası gibi bir şey işte bu. Bana göre tarhana çorbası ile türküler aynıdır. Öz üretim. Burdur’da liseyi bitirdim. Halk dansları, müzik, bağlama hep devam etti… Sonra Ankara’ya gittim. Ankara’nın dokusu uygundu; Anadolu’dur Ankara. Ama mesleki olarak Istanbul’un çekim gücü var. Ankara'da yapabileceklerimi yaptım, İstanbul’a gittim. Istanbul’da, TEM otoyolunda, dört şeritte giderken dedim ki, tam bana göre burası. O hız, aktivite hoşuma gitti. On beş sene sonra bir gün dedim ki, nereye koşuyoruz?! Piknik yapamıyorsunuz, denize giremiyorsunuz, bisiklete binemiyorsunuz, kendinize güzel zaman ayıramıyorsunuz… Değerlerin kaybolduğu, çoğu kez Anadolu’dan gelen insanlardan oluşan bir kent İstanbul. Ne gelirken beraberinde getirdiği kültürü ve özellikleri yaşatabiliyorlar ne de tam kentli olabiliyorlar. Hep koşturma, iş iş… Burda bir yanlışlık var dedik ve geldik kendi toprağımıza, Antalya’ya! O zaman annem sağdı, yıllar boyu zaten ayrı kalmıştık. Son altı yılında onunla birlikte olmanın mutluluğunu yaşadım. Kardeşim, çocukluk arkadaşlarım burada, zaten kime dokunsak bizden. Köklerinizi buluyorsunuz, daha güçlü hissediyorsunuz. Köklerini bulan güçlü olur. Belli yıl geçtikten sonra sanatçıların emeklilik dönemi diye düşünüyorlar, ama benim için demlenmiş bir verimlilik dönemi başladı. Yapı olarak zaten böyleyim, asla kenara çekilemem, hiçbir şey yapamazsam mahallenin güzelleştirme derneğinde çalışırım. Yani ülke adına bir şeyler yaparım. Geldiğim sene üç albüm yaptım bir yılda. Bu kadar hızlı üretim yapan meslektaşım var mı bilmiyorum. Arkasından sanat akademisi açtım. Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlıyız. Kültür ve sanata kaygı duyuyoruz. Onun için akademi diyoruz, araştırmalar yapıyoruz.”
“NİÇİN ANADOLUMUN ÇALGISI DİLLİ KAVALI ÖĞRETMEDİK?”
Okul ve eğitim demişken öğrenciliğimizdeki müzik derslerinden, bugünün çocuklarının müzik eğitimlerine geçiyoruz. Eğitim, Ezgü’nün ana damarlarından biri: “Milli Eğitim Bakanlığı’na, yedi yaş itibarıyla kabak kemane, cura ve dilli kavalın modül dedikleri ders programlarını yazdık. Çocuklarımıza ve bizlere hep blok flüt öğrettiler, melodika öğrettiler. Var mı hiç çevrenizde bir aile eğlencesinde, düğünlerde melodika ile eğlenen, müzik yapan? Yamaha firmasını zengin ettik biz. Niçin Anadolumun çalgısı dili kavalı öğretmedik? Piyanoyu, kemanı, yanflütü nasıl öğretiyorsanız kendi enstrümanınızı da öğretmeniz lazım. Halkının müziğini bilen müzik öğretmenlerimiz olmalı. Müzik dersine sınıf öğretmeni giriyor, beden eğitimi dersine sınıf öğretmeni giriyor… Ortaokula gidiyoruz; müzik öğretmeni var yanflüt çalıyor, kendi halkının sazını çalamıyor. Ben burda bir koleje gittim… Okulun doktoru bağlama çaldı; müzik öğretmeni çalamıyor. Komedi yani. Biz bu ders programlarını aslında ilkokullara hazırlamıştık, baktık ilkokullarda müzik öğretmeni yok, o zaman ne yapabiliriz dedik… Halk eğitim merkezlerine hazırladık. Yani artık şu an Türkiye'de halk eğitim merkezlerinde yedi yaşından itibaren cura, dilli kaval ve kabak kemane dersleri temel-orta-ileri seviyede verilebilir. MEB'den geçen bu eğitim programlarımız (modül) çok önemli bir aşama. Aynısını kolejler ve bizim gibi özel okullara hazırlıyoruz. Onun için böyle bir sanat akademisi kurduk, yelpazesi çok geniş. Bizde halk sazlarımız; sipsiden kavala, bağlamaya, kabak kemaneye kadar hepsi var. Kanun, piyano, keman, yanflüt, saksafon, klarnet, gitar da var. Halk dansları, bale, salon dansları, drama, resim, yetişkin tiyatrosu, çocuk tiyatrosu, korolarımız, çocuk koromuz var. Şimdi gençlik korosu açacağız. İnanın ben şu bahçede oturduğum zaman içerden gelen sesleri duyunca o kadar mutlu oluyorum ki…”
“MİLLİ TARAFIMIZ EKSİK KALDI”
Hep üretelim, yerli ve milli olanın peşinde olalım diyoruz da, bu iki kavramı ne kadar yaşayabiliyoruz? Sorular gelmeden yanıtlar geliyor: “Çocukluğumuzda bize süt tozu içirdiler Marshall yardımı diye, Vita yağlarını yedirdiler besliyoruz diye. Amerikan projesiydi bu. Yıllarca radyolarda okuduğumuz, ‘zeytinyağlı yiyemem, basma da fistan giyemem’ türküsüyle kendimizi aşağıladığımızı yıllar sonra fark ettik. Süt ülkesiyiz, Sümerbankımız vardı, mis gibi zeytinyağımız var oysa. Sonra NATO sistemi… Fullbright anlaşmasıyla zeki çocuklar alınıp Amerika'ya götürüldü. Eğer aileden gelen bir damar yoksa o çocukların milli tarafları eksik kaldı. Yurt dışına ihracat yaptığımız uçak fabrikamızı kapattık, uçakları toprağa gömüp üzerine beton döktük. Ben olsam ibret-i alem için o gömülü uçakları çıkarır sergilerim. Sonra devrim arabaları… Yıllar geçmiş, Togg daha yeni üretiliyor. Togg’un başarısız olmasını isteyenlere şaşırıyorum, partisel değil bu çünkü. Hep 'Siz üretmeyin, biz size satarız.' dediler. Dolayısıyla biz hep kendi kültürümüzden uzak bir eğitimden geçtik. Kök dediğimiz şey meyveyle olur, yani meyvenin tadını alacaksınız ki, o kökün değerini bileceksiniz. Biz burada kendi üretimimizi yapsaydık, kendi ayaklarımızın üzerinde dursaydık herhalde çocuklar da şimdi iş için dışarılara gitmezlerdi, mutluluğu dışarılarda aramazlardı. Konuşmalarım siyasi değil, tamamen fotoğraf çekiyorum.”
KÖY ÇALGILARIYLA SENFONİK MÜZİK
Bildiğimiz tüm senfonik eserleri bir an için unutalım. Sümer Ezgü, köy çalgılarıyla ve halk danslarıyla oluşturduğu yöresel senfoniyi anlatıyor: "Senfonik müziği biz bilmiyorduk, dışardan duyduk. Çok sesli, armonik uyumu olan müzik. Peki bizim müziğimizde tek ses mi var? Ben bağlamaya vurduğum zaman birçok ses var. O çok seslendirme tekniğini kendi ses sistemimize adapte edebiliriz. Benim burada olmamın anlamı, yaptığım müziğin köklerinin burada olması. Burada yörükler var. Yörüklerle ben Asya'daki, Balkanlar’daki, Kerkük’teki kökleri buluyorum. Yani bir coğrafyanın kendi insanının birleşimini hissediyorum. Bizim opera – bale topluluğumuz ne zamana kadar Kuğu Gölü balesi yapacak? Ne zamana kadar Mozart çalacaklar? Öğreneceğiz onları elbette, ama onları öğrendikten sonra kendi eserlerimizi yazacağız, yazmalıyız. Antalya'da köy çalgılarını senfonik orkestra ile birleştirip 50 kişilik bir ekip kurdum. Bildiğimiz köy sazları; sipsi, zurna, bağlama, davul… Geçtiğimiz yıllarda Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde çıktı bu grup. İkinci Uluslararası Yörük ve Türkmen Festivali’nde çıktı. Daha küçük bir grup olarak Kazakistan'a götürdük. Türkiye’yi temsil edecek bir grup, Antalya’dan, kendi topraklarımızdan oluşmuş ve Türkiye’nin her yerine konser verebilir. Kök deyince ben bunları anlıyorum. Hamburger yerine Burdur şiş veya İzmir köfte yemek daha değerli. Kendi varlığımızı hissetmek çok değerli. Kompleksten, kendimizi aşağılamaktan kurtulmalıyız. Burası çok önemli bir coğrafya. Yurt dışına çıkıp da buradan mahrum kalan insanlar bunu fark eder. Benim oğlum Berlin’de bir konservatuar kazandı. Bir yıldır yok, iki gün önce geldi, neredeyse toprağı öpecekti. Arkadaşlarıyla buluştular, aman ne kadar özledi burayı. Annesinin yemeklerini özledi.”
“KENDİ MÜZİĞİMİZİ AŞAĞILADIK”
Konservatuar deyince aklımıza Batı sesleri geliyor, “türkücü” deyince gözümüzün önüne hafif karikatürize birileri geliyor. Peki bütün bunlar Sümer Ezgü’ye nasıl geliyor?: “Sanat akademimizde ders veren, İstanbul Senfoni Orkestrası'ndan emekli, Gazi Eğitim Fakültesi Müzik Bölümü mezunu keman sanatçısı ağabeyim sohbet ederken bir gün dedi ki, ‘Sümer, biz okulda müzik odamızda ben kemanla, arkadaşım piyanoyla türküler çalarken hocalarımız duyup kapıya gelirdi. Bir daha bunları çalmayacaksınız’ derdi bize. Çünkü bu müzik kirli onlara göre. Benim 15 sene çalıştığım Ankara Radyosu’nun yanında Devlet Senfoni Orkestrası vardı. Buraya bizim zurnamız giremezdi. Siyasi konuşmuyorum, yukardan fotoğraf çekiyoruz… İTÜ Türk Müziği bölümünden arkadaşım İstanbul Üniversitesi Batı Müziği konservatuarına,-ki bana göre Türk müziği ve Batı müziği diye ayrıştırmak da yanlıştır. Müzik müziktir. Doğrular anlatılır, isteyen istediği branşa gider- sizin bana geldiğiniz gibi röportaj yapmaya giderken okulun güvenliği, 'Bağlamanı bırak öyle içeri gir' diyor. Anlıyor musunuz? Ben zamanında 1. Müzik Kongresi’ne gittim. Hemen hemen bütün konuşmaları dinledim. Orda batıcılar ve Türk müzikçileri nasıl kavga ettiler biliyor musunuz, akıl alır gibi değil. Hakkı Bulut da vardı. ‘Ben iki gündür sizi burda dinliyorum, birbirinize giriyorsunuz. Dışarda lobide garsonlar köfte falan dağıtıyorlar ya, size bir kere geliyorlar, ama bana üç kere geliyorlar. Bunu sorgulayın isterseniz kafanızda’ dedi. Cumhuriyetin ilk yıllarında çok değerli isimlerle senfoniler yapıldı. Güzel şeyler yaptılar, ama tutmadı, çünkü bence tarhana çorbasının içine hardal sıkıldı. Çok önemli adamlardı. Köçekçe ve birkaç eser dışında tutmadı. Çünkü armoni yanlıştı. Siz evinizde bunu zevkle dinleyebilirsiniz, tabii ki ben de dinleyebilirim. Bizim armonimiz üçlü sistem değildir. Mesela acıyı anlatan, ölümü anlatan bir Anadolu melodisinin arkasına üçlü romantik armoniler koyamazsınız. Bizim armonimiz dörtlü armonidir. Ağırlıklı olarak dörtlü ve beşliyi kullanırsanız daha doğru müzik ortaya çıkar. Melodilerimiz çok güzel. Her şeyi var, çok zengin. Ama ilk konservatuar ve Gazi Eğitim Fakültesi Müzik bölümü, Alman hocalarca açıldığı için Alman ekolü yerleşti. O okullardan mezun olanların bildikleri müzik oydu, kendi müziklerini de aşağıladılar.”
“MÜZİKTE TEK DOĞRU YOKTUR”
Sümer Ezgü, TRT Müzik’te “Anadolu’dan Geldik” programıyla her hafta evlerimize konuk oluyor. Ona göre bütün mesele yüreklere dokunmak: “50 kişilik orkestrayı içine halk danslarını da koyarak sahnelerken büyük haz alıyorum, ama bu hazzı köylüye hissettiremezsem bir anlamı yok. Teke zortlatmasını büyük senfonik köy çalgılarıyla oynatabilirsem doğru müziktir, yapamıyorsan hatıra müziğidir bana göre. Senfonik müzik güzel tabii. Veysel Baba’nın tek başına çaldığı müziğin lezzeti de bambaşka. Müzikte tek doğru yoktur. Programı yaparken Anadolu’yu dolaşıyorum, dağlara gidiyorum, toprağa basıyorum. Yörüklerin, tahtacıların çaldığı sese bakıyorum. Bunlar bu işi bilmiyor mu da üçlü basmıyorlar? Yüzyıllar boyunca neden üçlü armoni basmadılar? Bunlar acaba müzikte eksik insanlar mı? Biz bir okula gidiyoruz, armoni öğreniyoruz, pat diye altına romantik armoniler yazıyoruz. Kök dediğiniz zaman kokulu domatese gideceksiniz. Diğer deyişle yetiştirdiğiniz domatesin kokusu, lezzeti yoksa eksiktir."
“ERİK DALI, BİR KÖY SANATÇISININ ESERİ”
Milli takımlarımızın başarısı ortak mutluluğumuz. Sümer Ezgü bu başarılara müziğiyle katkıda bulunan bir sanatçı: “Anadolu'dan Geldik, Şeker Almaya Geldim ve Nazar Değmesin türkülerinin bağlantı bölümlerini milli futbol takımımıza uyarlamıştım. Hararetle beğenenler oldu, ‘Çok yerel olmuş’ diyenler oldu. Peki ben Fransa’ya mı yapıyorum bunu? Tabii ki yerli olacak. 1981’de TRT’ye girdim; 1985'te Burdur’un bir kasabasında Curacı Kadir Türen’den derlemeler yaptım. O zaman teybim yoktu, babamın okulundan Almanya'dan gelen vatandaşlarımızın hediye ettiği çift kasetli teybi alıp gittim oraya. Kadir Türen bir saat çaldı bana. Üç telle çalıyordu. ‘Hadi bakalım dinleyelim’ dedi. Play düğmesine bir bastım, kayıt alamamışım. Yeni baştan aldık. O zaman çaldığı türkülerin arasında Erik Dalı, Kezban Yenge, Çek Deveci, Kuyu Dibi Taşlı Olur vardı. Daha önce oraya gidip de ismini zikretmeyen derlemecilerden dolayı biraz kırgın olduğu için, ‘Bunları git bir değerlendir, tekrar bakarız duruma’ dedi. Ben de ‘Kuyu Dibi Taşlı Olur’ türküsünü notaya alıp TRT’ye verdim, sonra notasını kendisine gönderdim. Çok mutlu olmuş ismini görünce. ‘Sümer Ezgü’nün Kadir Türen’den derlediği bir türkü’ olarak geçiyor. Bir daha gidemedim, vefat etmişti. Yani şimdi gurur duyduğumuz şampiyon kadın voleybol takımımız aslında bilmeden bir köy sanatçısına ait olan ‘Erik Dalı’ türküsüyle coşuyor. Türkü sonra Ankara türküsü olarak ünlendi, sorun yok. Ben bu türkümüzün içine voleybolcularımızın isimlerini yerleştirdim. Hem onları takdir etmek hem gurur ve enerji vermek istedim. Tabii ki yerli olacak. Kültür ve değer bilen insan bunu anlar. Kompleksleri olan insansa 'Bu niye böyle?' der. Bu niye böyle diyorsun da, düğünde niye Erik Dalı çalınca kalkıp oynuyorsun?"
“BÜTÜN MÜZİKLERİN KÖKÜ HALK MÜZİĞİDİR”
Müziğin diğer türlerinde hızlı bir üretim ve aynı oranda tüketim söz konusuyken türkülerde aynı hızı göremiyoruz. Özellikle büyük kentlerde türkü dinlemek ve söylemek bireysel ilgiye bağlı. Türk türküden ne kadar kopabilir?: “Bu müziği halk kendisi yaşatmasaydı bu iş biterdi. Dernekler, kuruluşlar, korolar, özel çalışmalar, kurslar olmasaydı biterdi. 12 Eylül’den sonra bir Batılılaşma akımı başladı; televizyonlarda radyolarda bizim müziğimiz çalınmıyordu, hep pop hep pop hep pop. Çünkü halk müziğinin içinde aslında bir başkaldırı da vardır. Çığlık atar türküler. Beğenmediği bir şeyi eleştirir. 'Ferman padişahın dağlar bizimdir' der Avşar ozanı Dadaloğlu. HBB diye bir TV vardı kapandı sonra. RTÜK karar verdi kanallarda belli oranda türkü yayınlanacak diye. Bu kanalda gecenin üçünde dördünde ‘RTÜK kararıyla türkü yayınlıyoruz’ yazıyordu. Çok acı bir şey bu. Bunlar sadece benim değil Milli Eğitim’in konusu olmalı. Siyaset, ayrışmaktan besleniyor. Sanatsa birleştirir. İkisi uymuyor. Bizim konserlerimizde mini eteklisi, başörtülüsü, şalvarlısı vardır. Aynı anda şarkı türkü söylerler, farklılıklar yok olur. Sanat kültürü alan kişi yumruk atmaz, yere tükürmez, barıştan yanadır, hayvanları öldürmez, kadını ezmez. Pop müziği yapan da, rap yapan da, halk müziğini tanımalıdır. Bütün müziklerin kökü halk müziğidir. Bütün dünyada böyledir bu. Oradan beslenir, ilham alır, belki onun versiyonlarını özümser ve kendi müziğini yapar. Halk müziği toprak kokar.”
SOKAK CANLARI CANIMIZ
Sümer Ezgü ile “Yerli ve Milli” lezzetteki konuşmamız müzik ve kökler üzerineydi, ama gündemdeki sokak canlarından söz etmeden sözümüzü bitiremedik: “Hayvanlar alan koruması yapıyor. Bu onların doğası. Bundan zarar görmüş çocuklar ve büyükler olduğunu elbette yadsıyamayız. Akademimizin bahçesindeki köpeğe devamlı mama ve su veriyoruz. Karnı tok bir hayvan saldırmıyor zaten. Gayet uyumlu. Karavanımızın olduğu yere de belediye mama-su koyar, orda da kulakları zımbalı uysal köpekler var. Biz barınaktan terk edilmiş bir sokak köpeğini evimize aldık. Kısırlaştırdık, dişi bir köpek. Nasıl güzel, olamaz böyle bir şey! Cins köpekleri ve kedileri laboratuarlarda biz yaptık genleriyle oynayarak. Onların bir suçu yok ki! Üstelik maalesef para verilip alındı bunlar. Hem yeni türler ürettik hem de bakamadığımız için sokaklara bıraktık. Sokak köpekleri aşılansın ve kısırlaştırılsın, doğru yol bence bu. Bunun için gereken bütçe, DSÖ’den mi bulunur bilemem.”
Merhamet engin gönüllere yakışır, acıyı acıyla kıyaslamak ayrı bir acı getirir. Sümer Ezgü, orman yangınlarına da, yangından kaçamayan kaplumbağaya da, Filistin’de yaşananlara da, tarih boyu yaşanan tüm korkunç katliamlara da aynı kalple yaklaşıyor: “TRT Müzik’teki Anadolu’dan Geldik programı için dağlara gidiyorum… Tahtacı köyüne gittim, köyün muhtarı aynı zamanda bir Alevi dedesi. Sümer hocam şu arkadaki orman var ya, dedi, biz oradan ağaç keserken yaşlı ağaçlardan niyaz alırız. Çünkü onlar da candır.”
Anadolu müziğini yaşatan kultür elçimizdir Sümer Ezgü. Sazı, sözü, üretken kişiliğiyle müzik kultürümüzü ayakta tutan çalışmalarıyla günümüze değer katan Sümer Ezgü’lerin çoğalması temennimiz olsun. Söyleşi için teşekkürler.
Çok teşekkür ediyoruz. İyiyi- güzeli fark eden gönlünüze sağlık.
Anadolu müziğini yaşatan kultür elçimizdir Sümer Ezgü. Sazı, sözü, üretken kişiliğiyle müzik kultürümüzü ayakta tutan çalışmalarıyla günümüze değer katan Sümer Ezgü’lerin çoğalması temennimiz olsun. Söyleşi için teşekkürler.
Çok samimi çok içten bir söyleşi olmuş emeklerinize sağlık. Kültürel değerlerimizi korumak amacıyla açılan sanat merkezimizin de nice genç fidanlarımızı köklerini bilen dünyaya yayabilecek güçte yetiştirmesi dileğiyle 👏👏👏👏
Çok teşekkür ederiz. Biz de sizin gibi güzel insanların güzel desteğiyle köklenip güçleniyoruz. Hep var olun. Takipte kalın.
Ne güzel bir sohbet olmuş…okurken su gibi aktı…içten samimi ve Tarhan çorbası gibi lezzetli….Teşekkürler 🌸
Yorumunuz da çok lezzetli. Çok teşekkür ederiz. Var olun.
Çok güzel bir söyleşi olmuş. Sümer Ezgü’nün köklerine ve Anadolunun bağrından kopup gelen öz müziğe sahip çıkması ve bunu geliştirmek için gösterdiği çaba övgüye değer. Sümer Ezgü’lerin çoğalması ve gelecek nesillerin türkülere de sahip çıkması dileği ile… müzik dili evrenseldir ne tür olursa olsun ruhumuza iyi gelen bizi besleyen ruhumuzun gıdası müzikle kalalım. Sevgilerimi yolluyorum Bensu hanım sonsuz teşekkürler…
Desteğiniz ve bu güzel yorumunuz için çok teşekkürler. Hep var olun. Sevgilerle…
Harika bir söyleşi olmuş. Anadolu candır. Dilerim sanatcimiz Sümer Ezgü diğer sanatçılarımıza örnek olsun… ♥️
Siz de harikasınız. Teşekkür ederiz. Desteğiniz büyük kuvvet veriyor.