Fizyoterapist Bülent Avarbek, bir kez gördüğünüzde bile aklınızda kalabilecek biri. İnsan olma halini tüm toplumsal rollerinin üzerine çıkarabilen ve mesleki birikimini doğru yorumlayabilen bir usta. Avarbek’le ortak ilçemiz Bakırköy’de buluştuk.
Bensu KAYA
Karanlık gün, kara gün, kötü gün… Nasıl anlatırsanız anlatın fark etmez, insanlar işte tam böyle bir günde tanışıyor Fizyoterapist Bülent Avarbek’le. Ya bir trafik kazasından sonra ya sığ suya atladıktan sonra ya bir inme vakasından sonra… Daha doğrusu o gün onu pek tanımıyorlar, kendi travmalarından dolayı onu fark etmiyorlar, bazen ismini bile bilmiyorlar. Ancak zaman geçtikçe; günler, haftalar, aylar geçtikçe, o artık insanlar için vazgeçilmez biri oluyor. Çünkü Avarbek karanlığı ilk gün bir çakmak alevi gibi, sonra ay gibi, daha sonra güneş gibi aydınlatıyor.
Söyleşiye,“Bir fizyoterapist olarak ne oluyor, nasıl oluyor da sana ihtiyacı olanların karşısına çıkıyorsun?” diye başlıyorum, soru hiç düşünmediği yerden geldiği için önce duraksıyor, sonra açıklıyor, daha doğrusu açılıyor: “Genelde önce samimi, bilgili bir hekime ulaşıyorlar. Eğer iş ciddiyse ve sıkıntılıysa, çözülmesi gerekliyse o hekim tarafından bana yönlendiriliyor. Daha çok böyle tavsiye ediliyorum.” Son yıllarda üniversitelerde sayısı artan fizyoterapi bölümleri, binlerce mezun, aynı yolu yürüyen meslektaşlar derken bunca benzeri arasındaki farkını soruyorum; bu soru ona ilkinden de zor geliyor: “Acaba şu olabilir mi, ben Türkiye’deki 212. fizyoterapistim. İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Fizyoterapi bölümü mezunuyum. Bizim zamanımızda çok fazla bu okullardan yoktu. Bir Hacettepe, bir de Çapa vardı. O süreçten gelen bir tecrübem var. O zamanlar kimse fizyoterapistin ne olduğunu, ne işe yaradığını bilmezdi. Biz bu işin bilinmediği zamanlardan gelip en tepeye çıktığı zamanları gören nadir dinozorlardanız. Eğer bir fark varsa iyi anatomi bilmemden, iyi bir okuldan mezun olmamdan, çok tecrübe sahibi olmamdan, uzun yıllardır bir çok vakaya gidip gelmekten olabilir. Bence bunlar olmalı.”
“HERKESİN ALGISINA GÖRE TANIMIM VAR”
Bülent Avarbek, hastalarıyla kurduğu uzun soluklu iletişim döneminde “aileden biri” oluyor. Her hasta onu farklı tanımlıyor: “Bazen kendimi bir insanı yapılandırmaya çalışan marangoz gibi hissediyorum. Mekanik mühendisi gibi de olabilir. İşin en altından en üstüne her aşamasını biliyorum. Böyle yetişerek geldim. Bir hastanın yatakta duruşundan, yatak bakımından tedavisine, yürümesine, sosyal rehabilitasyonuna, hayata kabul olmasına kadar her aşamada varım. Yani tedaviyi anlamlandırıyoruz, anlamlandırılmış bir tıp yaratıyoruz. Bu tedaviyi niçin yapmalı? Bunun için hangi unsurları devre koymalı? Kendi içinde var olan değerler neler? Bunları bulup yukarı çıkartmak, hastaya ve hasta yakınına göstermek, onları ikna etmek gerekiyor. Eğer ikna olursa seninle her şeye var.” Avarbek hastalarını bir “konsept” olarak ele alıyor. Hastanın sosyokültürel yapısına ve karakter özelliklerine bakarak bir yaklaşım ve tedavi belirliyor; bunun için de empati gerekli: “Başlangıçta kendi yanıma çekmem lazım, gittiğim yolu ona göstermek, somut örneklerle kanıtlayarak ortaya koyabilmek lazım. Hayatın içinden gelmiş biriyim. Zor şartlarda okudum, her yaz tatilinde çeşitli işlerde çalıştım. Pek çok olayın içinde var oldum. Acılar gördüm. Mutluluğu ve acıyı bir arada paylaşabiliyorum, empati kurabiliyorum. Öyle bir yeteneğim var evet. Hayat tecrübem var yani. Belki bunu işime aksettirebildiğim için böyle oldu. Üstüne eğitim ve kültür birikimim de oldu. Çok kitap okudum. Komutanla çalışırken farklıyım, emekli teyzeyle çalışırken farklıyım. Değerli emekli amiralim, beni ‘kas sanatçısı’ olarak nitelendiriyor. Hasta değil, konforunu arttırmak için geliyor. Bir kuyumcu bana ‘usta’ diyor. Herkesin algısına göre tanımım var, ama ben bunun için mücadele etmiyorum. Onlar bendeki bir parçayı bulup ordan iletişime geçiyorlar. Çok yüksek enerjili olmak zorundayım. Tıpkı bir tiyatro oyuncusu gibi. Bendeki düşük enerji birçok şeyi bozuyor. Bazen rahatsız edici oranda enerjik olmak zorundayım. Bazen şaşırıyorlar anlayana kadar… Adam bir tuhaf bakıyor bana… Çünkü belirgin hiyerarşik yapılar sözkonusu. İnsanlar güçlerinin kabul edilmesini istiyor; bir anda onu dağıtıyorsun. Özellikle maddi durumu yüksek olunca oyunu kendi bildiği gibi kurmak istiyor. Başladıktan sonra en yakın zamanda tedavi planıyla ilgili konuşmayı yapmak gerekiyor. Bir çeşit sosyal ağ da oluşturuyorum. Felç geçirenleri bir araya getirmeye çalıyorum mesela. Manevi anlamda yükselmek falan değil niyetim. Ben bir ustayım. Somut bir iş bu.”
ANAHTAR VE KİLİT İLİŞKİSİ
Avarbek, meslekte zor olanı seçmiş. Ağır inme durumları, yaralanmalar, amputasyonlar, omurilik felçlileri… Herkesin ‘Allah korusun’ dediği vakalar… “Hayatın trajedisini mi seçtin?” diye soruyorum, anlatıyor: “Ben aslında onları seçmedim, yönelmiş oldum. Ben de travmalar yaşadım. O duygusal altyapı var, birikimler var. Sırf bunlardan değil, ama bunlar da etkili tabii. İstanbul Fizik Tedavi Eğitim Araştırma Hastanesi’nde ağır felçlilerle, mayına basıp bir tarafı parçalanmış askerlerimizle, silahlı yaralanmalarla, perişan olmuş insanlarla çok ağır rehabilitasyonda senelerce çalıştım. Omurilik Felçlileri Derneği’nde çalıştım, deprem zamanında görevlendirildim, başka hastanelerde fizik tedavi merkezleri kurmak için çalıştım. Ben işimi çok seviyorum. Bir hasta içeri girdiği zaman onun hastalığı sanki benimle konuşuyor. Sıkıntısını hemen görüyorum; ayağının yeteri kadar kalkmadığını, dizinin geriye doğru bükülmediğini, elini kolunu rahat hareket ettiremediği zaman hangi açıların eksik olduğunu… Kimi bir tekneye bakınca anlar, kimi bir arabaya bakınca anlar, ben de böyle işte… Kimseyle iletişim kuramayan insanlarla karşılaşıyoruz, felç nedeniyle hiç konuşamayan insanlarla karşılaşıyoruz. Acı çeken bir insanla, konuşamasa da ellerinizle kurduğunuz ahenkle anlaşıyorsunuz. Bir şekilde kuruluyor iletişim. Dokunarak, hissettirerek, ses tonumuzla müzik gibi konuşarak bir şekilde iletişim kurmak zorundayız. Çünkü bizim işimiz tek taraflı yapılacak bir iş değil. Anahtar ve kilit olmalı. İlk ödülümüzü hastamızın hareketlerinden, daha canlı olmasından, teninin parlamasından, yarasının olmamasından, daha az kasılmasından alıyoruz.” Avarbek, her kesimden her hastayla iletişim kurabiliyor da ah şu küçük çocuklar: “Küçük çocuklara karşı bir hassasiyetim var. Onlarla öyle bir özdeşleşiyorum ki evladım gibi oluyor. Zayıf yanım burası. İletişim kuramadığım alanlarda sıkıntı çekiyorum. 5 yaşla 104 yaş arası çeşitli hastalarımız oldu. Yani iletişim kurabildiğim ve başarılı olabildiğim oranda mutluyum ve devam ediyorum.”
YA İYİLEŞENE YA ÖLENE KADAR
“Senin hastalarınla dostluğun ya iyileşene ya da ölene kadar” diyorum; “Çok güzel bir cümle lütfen bunu büyük puntoyla yaz.” diyor. Vakalar detaylı ve zor olunca tedaviler de uzun soluklu olabiliyor: “12 yıllık bir arkadaşım var, halen tedavisi devam ediyor. Bir süre sonra artık hastam değil arkadaşım oluyorlar; 6 ay, 2 yıl, 7 yıl… İyileşince bile görüşmeye geliyorlar. Önce hastam oluyorlar… Hasta da dememek lazım. Faydalı olabileceğim şekilde insanların kendini bütünleyebilmesi için restöratör oluyorum. Benim için en büyük ödül ama başarıya ulaştığımız andan itibaren arkadaşım oluyorlar. Çok insan var öyle. Her sabah telefonlaştığımız insanlar var. Çünkü normal hayatın içine geldiler, işlerinin başındalar. Bir insan eğer ağır bir olaydan sonra işine dönmüşse, çocuklarına ailesine bakabiliyorsa, aile parçalanmamışsa, umutlarının peşinde koşabiliyorsa o benim için en büyük teşekkür.”
YAŞAM KONFORU İÇİN “AVARBEK SİSTEMİ”
Ülkemizde fizyoterapi alanına ilgi arttı, ama aslında ihtiyaç da arttı. Hareketsiz yaşam koşulları, saatlerce masa başında oturmak, egzersizden uzak kalmak, kontrol edilemeyen kilolar, ilerleyen yaşlar derken kas-eklem ve iskelet problemleri de gün geçtikçe çoğaldı. Her şeyin üstüne bir de pandemi geldi. Avarbek, günlük hayat deformitelerine geliştirdiği çözümleri şöyle anlatıyor: “Son zamanlarda evden çalışanlarda çok büyük sıkıntılar var. Omurgayla ilgili sorunlar arttı. Uyguladığım yöntemle kişinin daha uzun süre masa başında rahat oturabilmesini ve omurgasını koruyabilmesini sağlayabiliriz. Bana ait bir konsept. Omurgaya en çok yük oturduğumuz zaman gelir. Takip ettiğim insanların konforunu arttırmaya çalışıyorum. Bel, boyun problemleri, kifoz, omurga eğrilikleri, postür bozuklukları… Son üç yıldır kendi geliştirdiğim sistemle tüm bu problemlere çözüm bulmaya çalışıyoruz. Spor akademisinden değerli bir arkadaşım var, hentbol Türk milli takımı eski sporcusu İbrahim Adan. Onunla beraber yapıyorduk bunları. Einstein, “Hayatta hiçbir şey sıfırdan oluşmaz, ya parçalanır ya birleştirilir.” demiş. Ben bir çok şeyi birleştirerek bir konsept oluşturdum. İçinde mobilizasyon, manipulasyon, range of motion, eklem – kas hareketleri, dolaşım çözümleri; pek çok yöntem var. Bugüne kadarki deneyimlerimden elde ettiklerimi hasta olmayan, günlük hayatın içindeki insanlar için ‘bir konfor arttırımı sistemi’ olarak ortaya çıkartmaya karar verdim. Gayet iyi gidiyor. Bunun için ölçümler, analizler yapıyorum ve kişiye özel çözümler sunuyorum. Bir kişi hastaysa doktor tarafından görülmeli… Doktor uygun görürse bir fizyoterapist tarafından değerlendirmeye alınmalı. Hasta değilse, yani amacı hayat konforunu arttırmaksa direkt fizyoterapiste gidebilir, böyle bir ayrım var. Şimdi evden çalışma yaygınlaştı, bir bakıyorum çalışma süreleri artınca postür bozuklukları da artmış, iş arkadaşlarından duyulan “Bugün çok güzelsin, elbisen çok yakışmış!” gibi iltifatlar ortada yok… Günlük hayat konforunu arttırmak için kişiyi bir sistemin içine alıyoruz. Son üç yıldır bu sisteme çok yoğunlaştım; çeşitli sektörlerde evden çalışan ve düzenli gelen arkadaşlarımız var. Gayet memnunlar.”
PEKİ YA 65 YAŞ?
Sıra geldi uzun süredir evden çıkamayan 65 yaş kuşağı için tavsiyelere: “Lütfen hareketsiz kalmasınlar. Kovid genelinde ailemden ayrı geçirdiğim bir süreç var. Bir büyük devlet hastanesinin yoğun bakım ünitesinde çalıştım henüz kovid hakkında çok şey bilinmezken… Ailemi riske atmamak için ailemden uzakta geçirdiğim zamanlar… Bazı günler sadece 22 adım atmışım; çok şaşırdım… Gecem gündüzüm değişmiş. Bir baktım ben bile sedanterleşmişim, o yüzden kalktım toplumsal sorumluluk bilinç projesi hazırladım. Normal yaşam tarzınızı değiştirmeyin, sabah erken kalkmaya çalışın, gerekirse her gün evi temizleyin, havalandırın, süpürün, tavla oynayın, evde bir şey taşıyın, camları içerden silin. Akciğer, kas, el, ayak çalışsın. Efora ihtiyaç var. Yani hareketsiz olmayın, hayatı sevin ve hayatın size getirdiklerine sevinin.”
SÖZ YAZARI BÜLENT AVARBEK...
Burada minik bir sürprizimiz var... Sağlık çalışanlarının sanata yatkınlığı öteden beri bilinir. Müzisyen Kadir Demirel, sözleri Bülent Avarbek'e ait "Gül Açılmış" adlı şarkıyı www.sugibidergi.com okurları için seslendiriyor.
Öncelikli çok iyi ve çok naif bir insan mesleğini seven gönlü bol ne yaptığını bilen enerjisi güzel neşeli sizin gibi biriyle tanıştığıma çok memnunum
Güzel yorumunuz için teşekkür eder, sağlıklı günler dileriz.