Bakırköy Kent Konseyi, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü Bosfor Lions Kulübü ile birlikte, “Güçlü Kadın Güçlü Toplum” etkinliğiyle taçlandırdı. Ataköy’deki Bakırköy Belediyesi Tarık Akan Konferans Merkezi’nde düzenlenen etkinlik, zihnimize unutulmaz notlar kaydetti.
Bensu KAYA
Kadının binbir hali destan yazdırır, şarkı söyletir, şiir okutur, ama bazı halleri erkeği “far görmüş tavşana” çevirebilir. Çünkü kadınlar çok genelleme yapacak olursak, ayrıntılara ve inceliklere daha yatkındır. Anlatmanın da anlamanın da biraz zorlaştığı olur bu yüzden. Anadolu’nun bazı yerlerinde hamile kadına “yüklü” denir. Bir kadın hayatı içinde taşır; hayatın yükü için gereken manevi kuvvet fıtratında bulunduğu için ağır imtihanlardan doğru cevaplarla geçer, yüksek notları hak eder. Yeter ki istemediği hayatı yaşamaya zorunlu hissetmesin, duygusallıklara ve dayatmalara yenilmesin, özünün ve potansiyelinin farkında olsun, “evlilik”, “koca” gibi unsurları her koşulda mutlak zorunluluk ve bağımlılık haline getirmesin.
Son dönemde birbirinden güzel etkinliklerle “bir farkındalık operasyonu” sürdüren Bakırköy Kent Konseyi, Bosfor Lions Kulübü ile birlikte, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü dolayısıyla “Güçlü Kadın Güçlü Toplum” ismiyle Ataköy’deki Bakırköy Belediyesi Tarık Akan Kültür Merkezi’nde bir söyleşi gerçekleştirdi.
Bakırköy Kent Konseyi’nin 2022 yılında başlayan yeni dönemindeki tüm etkinliklerinde etkinlik mekanının çevresine bir ağaç dikilecek. Projenin ilk ağacı, Bakırköy Belediyesi’nin katkılarıyla Tarık Akan Konferans Merkezi’nin bahçesine, Bakırköy Kent Konseyi Başkanı Halim Kızılırmak ve konsey üyeleri tarafından dikildi. Bunun için 2022 yılının ilk ayında öldürülen 28 kadını temsilen 28 dallı bir hatmi ağacı seçildi.
Sunuculuğunu Nilüfer Kurt’un, moderatörlüğünü Prof. Dr. Şevki Sözen’in yaptığı “Güçlü Kadın Güçlü Toplum” etkinliği, Performans Sanatçısı Bilge Karatepe’nin cinsiyet ayrımına dikkat çeken başarılı bir pantomim gösterisiyle başladı.
Programın ilk söyleşi konuğu, TOFD (Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği) Başkanı Semra Çetinkaya oldu. 1962 yılında İstanbul’da doğan Çetinkaya 40 günlük bebekken, anne ve babası Almanya’ya işçi olarak gitmiş. Ailenin kadınları erkek egemen alanları seçmişler; anneanne müteahhit, kızkardeş kabzımalmış. Ailenin kadınları erkek egemen alanlardaymış yani. 18’ine gelmeden Türkiye’ye anneannesinin yanına gönderilmiş. Türkiye’de evlenip 1981 ve 1985 doğumlu iki çocuğun annesi olduktan sonra evliliği sona ermiş. Sigortacılıkla geçimini sürdürürken geçirdiği bir kaza ile tüm hayatı alt üst olmuş: “1994 senesiydi. İstanbul – Adana karayolundaydık. Arabayı arkadaşım kullanıyordu. Mersin’e yaklaştığımızda bir polis bizi durdurdu. Hava çok sıcaktı. Polis neden emniyet kemeri takmadığımızı sordu. Arkadaşım pantolon kemerini gösterip espri yaptı, ama polise tamam dedik. Biraz daha ilerledik ve ölüm virajı denilen bir yerde uçuruma yuvarlandık. Gerisi bende kopuk.”
Semra Çetinkaya hayatını değiştiren bu trafik kazasını da her zamanki içtenliğiyle anlattı: “Paramparça olduk… Bilincimi kaybettiğim için bir şey hatırlamıyorum. Kazadan sonraki hastane sürecinde, ameliyatlarda yüzlerce dikiş atıldı. Omurgam kırılmış, bilinçsiz birileri beni araçtan boynumu ve sırtımı sabitlemeden çekmiş… Göğüs altımdan itibaren felç kaldım. Ameliyathanede, hastanede hep bacaklarımı soruyormuşum. Odadaki ilk sorumu hatırlıyorum: ‘Ne zaman ayağa kalkacağım?’ Ve doktorumun sözleri: Omurgan kırık, omurilik kırık. Yürüme şansın % 1. Bunları doyduğumda öldüm. İki çocuğum var, onlarla dünya seyahatlerine çıkmak istiyordum oysa… Taburcu oldum. Annem ve babam ‘Eşyalarını sat, bize taşın’ dedi. Kızım 11, oğlum 7 yaşındaydı. Ben 32 yaşındaydım. Çocuklarımla kalmayı tercih ettim. Yemek yaparken kızıma yatağa rende getirmesini söylerdim, oğluma ‘Hadi sondamı boşalt’ derdim. İlk tekerlekli sandalyem Almanya’dan geldi. İlk engelimle de evde karşılaştım. Tekerlekli sandalyemle salondan mutfağa geçemedim, ev sahibini arayıp kapıyı biraz genişlettik. Mutfağa ilk girdiğimde sanki bir savaş alanıyla karşılaştım… Dağ gibi bulaşıklar, darmadağın malzemeler, her yer kirli… Tekerlekli sandalyemle saatlerce bulaşık yıkadığımı hatırlıyorum. Yavaş yavaş çocuklarımın annesi olmayı öğrendim.”
“DİLEKLERİNİZE DİKKAT EDİN”
O dönemde kimse bunu bilmese de Semra Çetinkaya’nın hayatını değiştiren kaza, binlerce omurilik felçlisinin hayatını değiştirecekti. Türkiye’nin en başarılı sivil toplum kuruluşlarından biri olan TOFD, arkasına aldığı bu acılarla hayata geçirildi. Bu sürece gelene kadar yaşadıklarını izleyicilerle paylaşan Çetinkaya, konuşmasının bir yerinde şunları söyledi: “1.80 boyundaydım. Uzun boylu olduğum için çeşitli zorluklarla karşılaştığımı düşünüp 1.50 boyunda olmak isterdim. Tekerlekli sandalyeme oturduğum gün mezurayla boyumu ölçtüm. Tam 1.50 çıktı. Dileklerinize dikkat edin, düşünerek dileyin.”
“HEM SAKAT HEM RUJ SÜRMÜŞ!”
Kişisel hayatının zorluklarıyla baş etmeye çalışırken bir de ön yargıları aşmaya çalışan Çetinkaya, “Baksana hem sakat hem ruj sürmüş”, “Kocası da yok, şimdi ne yapacak?” gibi yaklaşımlara da aldırmayarak yolundan ayrılmamış. TOFD ile “kader arkadaşım” dediği merhum Ramazan Baş ile hayatını omurilik felçlilerinin hayatını kolaylaştırmaya adamış: “Omurilik felcini önce tek tek okullara anlattık. Kader arkadaşlarımıza ömrümüzü adadık. Şimdi geldiğim noktada ‘Hayat sana ne öğretti?’ diye sorarsanız şunu söyleyebilirim: Çok saçma şeylere takılmışım. Daha önce altını çizdiğim şeylerin şimdi üstünü çizmeyi öğrendim. Ben engelimi aştım, peki ya siz?”
“REHABİLİTASYON İLAÇTAN DAHA ÖNEMLİ”
Hülya Çelik, her annenin “Allah korusun” dediği bir durumun ortasında çaresizliklerden çare üretmeye çalışan bir anne. 26 yaşında, madde bağımlısı bir erkek evladın annesi. 21 yaşında bir oğlu daha var. Büyük oğlunun uyuşturucu madde bağımlılığı, ailenin hayatını derinden etkilemiş. “İlk kez 12 yaşında fark ettim. Esrarla başladı. Nereye gitse peşinden gittim. Gece yarıları sokaklarda, kuytu köşelerde oğlumu bulmadan eve girmedim. Bıçakla saldırdı kaç kere. Babası korku hastalığına yakalandı. Ben üç kere beyin ameliyatı oldum. Yattığı hastanelerden kaçıyordu. Bir keresinde kendisi kurtulmak istedi, yine başaramadı. Hep başa sardı. Oğlum bir yıldır cezaevinde… Ve ben bugüne dek uyuyamadığım kadar iyi uyuyorum. Beni ancak benim gibi anneler anlar.” Madde Bağımlısı Yakınları Platformu ismiyle kendisiyle aynı durumdaki anneleri buluşturan Çelik, özellikle tedavi sürecinin etkin hale getirilmesi gerektiğini belirtiyor: “İlaçlı tedaviden çok rehabilitasyon gerekli. Bağımlı kişi yoksunluk duygusu gelince ne yapacağını bilemeyip yine maddeye sarılıyor. Öfke kontrolü şart ve zor. Tedavide önce detoks, sonra rehabilitasyon olmalı. Maddenin yerine bir uğraş koymaları lazım. AMATEM’lerin iyileştirilmesi için çok çaba veriyoruz. Tedavinin zorunlu hale gelmesi için bakanlık kanalıyla önemli adımlar attık. Artık hastanelerden tedavi süreci bitmeden taburcu olamayacaklar; reşitim diyen dışarı çıkamayacak.”
Hülya Çelik, kadın şiddetinin altında da madde bağımlılığının büyük rolü olduğunu vurguluyor. Madde bağımlısı kızların AMATEM’lerde yer yokluğu gerekçesiyle psikiyatri servislerine yatırıldığını, yani kızların durumunun daha zor olduğunu ifade ediyor: “Kızlarımızın tedavi şartlarının iyileştirilmesini istiyoruz. Evlatlarımız için şehir şehir geziyoruz. Çocuklarla, ailelerle tek tek konuşuyoruz. İkna grupları kurmaya çalışıyoruz.”
“HERŞEY BİR PAMUK ŞEKERLE BAŞLADI”
Nuray Toprak, özellikle cinsel istismara uğramış çocuklarla çalışmış bir polis. Trafik, emniyet kemeri üzerine tiyatro oyunları hazırlamış, şiddet mağduru çocuklarla çalışmış. İki de kitabı var. Erkek egemen toplumda mesleğine giden yolda yaşadıklarını şöyle anlattı: “Aslında her şey bir pamuk şekerle başladı. Çocuğum bir pamuk şekerci gördü, canı istedi. Çalışmadığım için ona pamuk şeker alacak param yoktu. Eşim çalışmama sıcak bakmıyordu. Çim adamlar yapıp sattım… Kayınvalidemlerle oturuyorduk. Dışarı çeşitli bahanelerle çıkıyordum. Çalışmak ve para kazanmak istiyordum. Otobüsle gidiş geliş parasını zor buluyordum. Bakırköy’de bir mağazada polislik sınavıyla ilgili birşeyler duyduğum an ‘tamam’ diyerek polis olmaya karar verdim. Gizlice üç kere sınava girdim. En sonunda isteğim gerçekleşti.”
Etkinliğe "Polis Su" ismindeki bebeğiyle gelen Nuray Toprak, çocukların trafik eğitimlerinde bu bebeğin öğretici olduğuna dikkat çekti.
KÖR ÇOCUKLARIN UMUT IŞIĞI
Psikolog Hale Bacakoğlu 16 yaşında görme yetisini kaybetmiş. Kör olduğunu ilk duyduğunda, “Ben nasıl okuyacağım?” dediğini hatırlıyor. Zaten o yaşına kadar tüm Türk ve dünya klasiklerini bitirmiş. 1988 yılında katıldığı Banko yarışmasında tüm soruları teker teker bildiğinde, tek kanallı televizyon başında hayranlıkla onu izlerken merak ettiğimiz başarısının sırrı da bu cümlede saklı. O dönemde tedavi umudu için yurt dışına gönderilen Bacakoğlu, sonrasını şöyle anlatıyor: “Görme umudu kalmayınca 6 Nokta Körler Derneği’nde ve Emirgan’daki rehabilitasyon merkezinde görmeyenler için gereken eğitimleri aldım. Üniversite sınavında İstanbul Üniversitesi Psikoloji bölümünü kazandım. Kör olduğum gerekçesiyle beni okula almak istemediler. Bir mücadele sonucu okula girebildim ve o günden sonra körlerin Psikoloji eğitimi almalarının önündeki engel kalktı. İstanbul Üniversitesi'nde lisans ve doktora eğitimlerimi tamamladım. “Görme engelli çocuklarda benlik duygusu” üzerine tez hazırladım. Görme engelli bebeklerin aileleriyle ilgilendim. Gören ve görmeyen çocukları kaynaştırma programları üzerine çalışmalar yaptım. 2003 yılında da Parıltı Görmeyen Çocukları Destek Derneği’ni kurduk.”
HAYDA BRE EFELER!
Bakırköy Kent Konseyi tarafından hazırlanan “Güçlü Kadın Güçlü Toplum” etkinliği, Fasa Fisa Dans Grubu’nun muhteşem gösterisiyle sona erdi. Zeybek, Harmandalı, Çökertme oyunları ve Sirtaki dansı, alışılmışın dışında sadece kadınlar tarafından yorumlandı.
0 Yorum